15 Kasım 2013 Cuma

AHMET KAYA

onun kasetlerinin evimize ilk olarak ne zaman girdiğini hatırlamıyorum. ferdi özbeğen ve zeki müren’in plaklarının arasında, bıyıklı bir adamın ( el yazısı ile livaneli yazardı okuyamazdım) kasetinin hemen yanında gazete kupürlü bir bir kaset kapağının altında yazardı adı; ahmet kaya/ yorgun demokrat.. o kaseti ilk ne zaman dinlediğimi hatırlamıyorum ama ne zaman söylediğimi hatırlıyorum. ilkokul 4’deydim sanırım. öğretmen herkes bir şarkı ezberleyip gelecek demişti. bir gün sonra kara tahtanın önünde “karanlık yollardan geçtik zehir gibi sular içtik, bir yanımızda ölüm bir yanımızda yar sevdik” diyordum bacak kadar boyuma bakmadan. ortaokul yılları ile birlikte o güne kadar çıkardığı tüm kasetler, çekyatın atası sayılan o arkası kütüphaneli divanımın raflarındaydı artık. sesi de yalvar yakar tahtakale’den aldırtılan o ilk sony walkmenin kulaklığındaydı. an geliyor çiğdem çiçek şenleniyor iyimser bir gül oluyordum doruklara sevdalanırken.. söylemesi ayıp değil attila ilhan’ı can yücel’i ahmed arif’i sayesinde öğreniyordum. 16 yaşında üniversiteye başlarken yaşımdan büyük bilincimin mimarlarındandı. 90 lı yılların o baskıcı ortamında kulağıma eşit adil bir ülke olabileceğini fısıldıyordu o eşsiz sesi büyülü besteleriyle. 
92 yazında erdek’te kasetinin gelip gelmediğini her gün soruyordum erdek’in tek müzik dükkanına. geldiğini öğrendiğimde nasıl da koşmuş, aynı hızla da dönüp sabaha kadar ezberlemiştim o kuşe kağıtlı “dokunma yanarsın” albümünü. dershaneden çıktığımda soğuk bir akşam görmüştüm “tedirgin” albümünü de ve ilk defa cd’sini almıştım osmanbey’de. o yol bitmek bilmemiş gelir gelmez salona geçip o yeni çıkan manda kasa müzik setinde dinlemiştim defalarca. 
her albümünü nerede ne zaman aldığımı bilirim ve hala o şarkılar beni o ana götürür. metallica’dan michael jackson’lara, livaneli’lerden fikret kızılok’lara o dönem kimler varsa dinlediğim, hepsi uvertür oldular ahmet kaya’ya 
2000 yılında askere gittiğimde yanımda sadece yine onun sesi vardı. kendisi ise paris’teydi . faşizm sürgün etmişti onu. anadilinde şarkı söylemek istediği için konuştuğu dile de uzaktı artık. 
gece gündüz dinledim askerde. üniversite yıllarının sonunda -iki şey öğrendik diye- lumpen ve popülist bulduğum zamanların utancı ve pişmanlığı ile .. 
16 kasım sabahı döndüm askerden aynı gün öğleden sonra iş görüşmesine gittim halen çalıştığım kanala. geçmişimden bahsediyordum ki o kocaman televizyonda kırmızı son dakika yazısının altında okudum öldüğünü. tam 13 yıl önce bugün.. göğsüm daraldı yüreğim kanadı.. 
13 yıl geçti hala dinliyorum. bu yazıyı yazarken de altta çalıyor. şöyle diyor size..
“yani yetsin diyorum 
şarkılarınızı dağlarıma sürün diyorum 
uzatın ellerinizi diyorum 
uzatın tanışalım 
helallaşalım.

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Medeni Yıldırım'a açık mektup


Çok bile yaşadın Medeni.. 18 yıl.. Bir de üniversite sınavına giriyormuşsun, İzmir’deki İstanbul’daki yaşıtların gibi. Bak nasıl da eşit değil mi? Yaramazlık yapmayıp çalışsaydın ya derslerine. Belki eğitimini almadığın sistemin sınavını verirdin.. Yaşıtların dersaneye giderken sen karakol inşaatına gidersen, yaşıtların ders isterken sen barış istersen, yaşıtların tarih okur sen tarih yazarsan böyle olur Medeni.. Çok bile yaşadın Medeni..
Ne derdin vardı karakolla medeni?  O karakollar senin atanı, babanı kaybedip yıllar sonra bir torba içinde kemiklerini mi verdiler annenin eline? Yoksa küçük kız kardeşin Ceylan’ı mı öldürdü o karakollardan atılan havanlar? Uğur’un cesedinden çıkan onlarca kurşunun o karakol mu deposu?
Dilini, ana dilini konuşabiliyor muydun bari? Bu kadar mı önemliydi dilin, özgürlüğün insan olman eşit olman.. Kimse ölmesin bundan sonra diye mi istemedin o karakolu?  Bak sen öldün Medeni.. O karakolun acılarını en çok sen çektin, kimse bi daha o acıları çekmesin diye mi sen öldün Medeni?  Barış olsun diye öldün savaşın hüküm sürdüğü topraklarda. Çok bile yaşadın Medeni, seni savaşarak ölmeye zorlayanlara inat barış için yürüdün ama yine öldün Medeni.. İsteyenin çok şey anlayacağı gözlerinle barışı anlatamadın Medeni, ne sen anlatabildin karakol duvarlarına ne cesedin anlatabildi arkandan konuşan leş kargalarına..
Ama sana iyi haberlerim de var.. Gördün mü bilmem İstanbul’u.. Buraların sosyetik semtleri vardır. Yıllardır senin acılarını bilmeyen, bilse de görmeyen, görse de ilgilenmeyen insanların yaşadığı.. İşte o semtler dahi geceleri yürüyor sokaklarda artık. Senin için, sizin için,barış için.. Ha merak etme şimdilik buradakilere gerçek mermi atamıyorlar.. Ama gaz da plastik mermi de fena bak.. gülme..
Hiç ama hiçbir şey senden, senin o 18 yıllık kısacık hayatından değerli değil Medeni.. Ama bir gün kalıcı barış gelende o karakollar okul olacak.. İşte o zaman kimse ölmeyecek.. Biz anladık vasiyetini , barış istiyordun Medeni ve vasiyetini yerine getireceğiz, barış er ya da geç gelecek.. Mutlaka..
 Rahat uyu kardeşim.. 

11 Temmuz 2011 Pazartesi

KÖPRÜYE YÜRÜMEK


Fenerbahçeli olmama rağmen “Fenerbahçe seyircisi kimseye benzemez, pazar günü Bağdat Caddesinde en sert tepkiyi verir” diyenlere pek de kulak asmıyordum. İnanmıyordum açıkçası, siyasi bir çok olayda bile tepkisini tam olarak ortaya koyamayan halk, bir spor kulübünün yargılanmasına nasıl etkili bir siyasi tavır koyabilirdi ? Ki söz konusu kitle, apolitikliği ile meşhur futbol seyircisi ise.. Ama toplumsal olaylarda niceliğin nitelikten önemli olduğunu anlayacaktım bir süre sonra
Fenerbahçe seyircisinin Bağdat caddesindeki eylemine gitme amacım biraz da oraya giden insanların tepkisinin kime olduğunun merakıydı ? Orada insanlar, kulübü bu zor duruma düşürdüğü için başkana mı , haksız bir karar verdiği düşünülen yargıya mı, yargıyı etkilediğinden şüphelilenen iktidara mı , belgeleri basına sızdıran emniyete mi, Fenerbahçe aleyhinde yazılar çıkan medyaya mı, önceki yıllarda benzer şüpheler olmasına rağmen cezasız kalan ezeli rakiplerine mi, ağır bir karar vermesi beklenen federasyona mı , yoksa kulübün bizzat kendisine mi tepki gösterecekti ?
Suadiye’den caddeye girdiğim anda Fenerbahçe seyircisinin büyük kısmının tepkisinin, siyasi iktidara olduğunu anlamam pek vakit almadı. Tezahüratlar ve sloganların hedefinde başbakan ve hükümetin olması bir yana, bu sloganlara katılımın yüksek olması da, neredeyse seyircinin ağızbirliği yapmış olduğunu gösteriyordu. Açıkcası şaşırdım ..Ben ezeli rakiplere sataşma, federasyona tehdit, medyaya kalay bekliyordum. Hatta Aziz Yıldırım’a bile tepki olacağını düşünüyordum. Biraz da, kendim bu görüşte olduğum için galiba.
Caddeye geleli çok zaman geçmemişti ki tutukluluk kararı açıklandı. Taraftarlar cep telefonlarıyla öğrendikleri haberi bir anda başlayan ıslıklarla diğerlerine duyuruyordu. Bu, gergin olan havayı daha geriyordu. İnsanlar bir yandan da baruta kibrit yakılmasının tedirginliğini yaşıyorlardı. Çoğunluğun olay çıkarmaya gelmediği belliydi, ama yine de ufak bir kıvılcım korkusunu ben duydum en azından kendi adıma.
Karardan sonra sloganlar küfüre dönüşse de gerginlik şiddete dönüşmedi birkaç küçük olay dışında. Tepkilerden hükümetten sonra emniyet hatta cemaatler bile payını aldı.
Bugüne kadar o caddede ya zafer kutlamış ya da takımlarının mağlubiyetinin öfkesini paylaşmış seyirci için farklı bir durum söz konusuydu. Bir ucu stada diğer ucu Suadiye’ye kadar uzamış kalabalığın bundan sonra ne yapacağı konusunda hiç bir fikrim yoktu. Nereye gidileceğini ve “köprüye köprüye fenerbahçe köprüye” tezahüratının şaka olmadığını, seyircinin caddeden stat yönüne değil de e5 yönüne girdiğinde anladım . Bu aşamada bir polis müdahalesi olmamasına rağmen stat önünde, seyircinin görüş açısına giren polisler, tepkinin bir süreliğine emniyete yönelmesine neden oldular.. Bu sırada küçük de olsa medyaya ve medyadaki bazı isimlere de tepkiler yoğunlaştı.
Seyirci artık alışageldiği caddede değildi . E5 karayoluna çıkmış, metrobüs ve araç ulaşımını engelleyerek köprüye yönelmişti. Küçük bir grubun metrobüsün camlarını kıralım tahriki “metrobüse saldıran cimbomlu olsun” tezahüratıyla engellenirken, polisin yavaş yavaş müdahale etmeye hazırlandığı hareketliliklerinden belli oluyordu. Fikirtepe ayrımındaki ilk polis barikatı, sadece bu tip olaylara alışkın olmayan, çoluk çocuk yürüyen aileleri vazgeçirdi yürümekten. O kalabalığı durduracağına kendi bile inanmayan polis, kitlenin daha fazla ilerleyemiyeceğini de biliyordu sanki. Ne de olsa ellerinde göstericinin hakkından her zaman gelen biber gazı jokeri duruyordu. Kalabalığın ucu, vericilerin olduğu rampayı çıkıp Altunizade kavşağını görecekti ki insanlar bir anda kaçışmaya başladı. Süpermen için kriptonit neyse eylemciler için de bibergazı öyleydi. Fenerbahçe seyircisinin yanan yüreklerine gözleri de eşlik ediyordu artık
Fenerbahçe taraftarı köprüyü geçemedi. Takımın ve başkanın ise sırat köprüsünü geçip geçemeyeceği hala belli değil.
Belli olan yaklaşık 5 6 kilometre beraber yürüdüğüm taraftarın genel kanaati. O da şu ki tüm olayların Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe’yi bitirmek için düzenlenmiş siyasi bir komplo olduğu...

4 Nisan 2011 Pazartesi

yadigar ejder


kilyos'ta çok soğuk, karlı bir havada kemal sunal ile yağlı güreş sahnesi çekmektedirler,çekim uzadığından yadigar üşümektedir.aynı anlarda kemal sunal ise kaloriferleri yanmakta olan arabasının içinde viski içmektedir.yadigar ejder de arabaya binmek en azından ısınmak istemiştir.arabanın kirleneceği düşünülerek izin verilmemiştir.bu yadigar ejder'in çok ağrına gitmiş o gün sette yapımcıyla tartışmıştır ve yeşilçam mafyası tarafından bir daha iş alamama cezasına çarptırılmıştır ve bu sürecin sonu da malum sonla ,parkta ölümle bitmiştir.
kemal sunal'ın yadigar'ın arabaya bindirilmemesi konusunda tavrı bilinmemektedir. günahını almayalım ama gerçekten bundan sonra yeşilçam emektarları benim gözümde yıldızların çok ilerisinde
anı kaynak: sönmez yıkılmaz arka pencere dergisi sayı 5

kredi kartındaki mantık hatası :)


kredi kartının ilk çıktığı zamanlar değil topu topu iki üç sene öncesi.. bir üniversite bitirmiş diğerinin son sınıfında gayet akıllı bir arkadaş.. bir iki senedir kredi kartı kullanan kredi kartıyla yeni tanışmış bir insan da değil... bir gün geldi çok sayıda kitap alacağım neresi en çok taksit yapıyor dedi.dedim internetten al hem ucuz hem çok taksit yapıyor. iyi de dedi daha önce netten alışveriş yapmadım sakat bir durum olmasın. yok oğlum güvenli kredi kartı numaranı filan istiyorlar yazıyosun evine geliyo bir zorluğu sakatlığı yok dedim tamam dedi gitti.
ertesi gün gördüm aldın mı lan kitapları dedim.yok olmuyo a.q dedi.
-nasıl olmuyor lan
-abi kredi kartı numarasını arkadaki sayıyı mayıyı hepsini doğru girdim.kart geçerli değil yazısı çıkıyor bütün gün uğraştım bankayı aradım kartta sorun yok işleme açık dediler ama olmadı bir türlü
-allah allah ilginç bir şeyi yanlış yazıyor olmayasın iyice kontrol ettin mi?
-ya tabi abi 16 haneli numarayı 50 kere kontrol ettim.arkadaki son üç rakamı da yazdım. son kullanma tarihinden de eminim.
-eminim?
-eminim abi en son dün kullandım gömlek aldım.
-dün? gömlek?
-hatta belki o gözükmüyordur diye ondan önceki kullandığım günü de denedim 3 gün önce dvd almıştım
-....
-bu günü de denedim sonuçta alışveriş yapamasam da kullanmaya kalktım son kullanma tarihine bugünü de yazdım ama hiç biri olmuyor
-(mavi ekran) son kul-lan-ma ta-ri hi...
-evet abi onu sorması çok saçma zaten ne bileyim aylar önce kullandımsa nerden bilecem ki yıl da yazdırmıyo zaten gün ve ay soruyor çok saçma
-di mi çok saçma gün ve ay değil o ay ve yıl
-hah onu da denedim
-laaaaaaaaaaaaaan ama senin kartı son kullandığın tarihi sormuyo lan kartın son kullanma tarihi var üstünde süt gibi a.q
-siktiir
-hayret kartın üstüne benim son kullandığım tarihi bilip de nasıl yazıyorlar diye sormadın.
-yok lan anladım
-hadi canım
-vay a.q ... o zaman ben bankaya yazdığım şikayet dilekçesini geri alayım
- e al o zaman...

çakma tiger'lar :)


(bkz: tiger spor ayakkabı giymezse ölecek hastalığı) evet böyle bir hastalık peydah olmuştu son zamanlarda bende. uzaktan uzağa görüyor ,kendi kendime renk beğeniyor ama 181 liralık fiyat etiketini gördüğüm an yavaş yavaş adidas ve puma reyonlarına seyirtiyordum. puma'da beğendiğim model 98 lira adidas'da 120 lira olduğundan 181 lira benim için tam bir astronomik rakam algısına ulaşıyordu. ama dedim ya giymezsem ölecek hastalığı , aklıma daha önce denemediğim bir yol getirdi. beyazıt'a gider çakmasını alır giyerim. sonuçta bu ayakkabı reebok nike gibi rahatlığı ile ön plana çıkan bir marka değil ya da ben öyle sanıyorum ben buna o parayı dizaynı için veriyorum. ee o zaman çakma alırım birebir aynı dedim. yanıma da tiger giymezse ölecek olmasa da ağır yaralanacak bir arkadaşımı alıp tuttum beyazıt'ın yolunu. gerçi ilk hedefimiz sadece tahtakale'de 7,5 liraya satılan samson tütün almaktı.sonra da gelsin çakma tiger'lar. daha sahafların arka kapısından çıkar çıkmaz renk renk tiger'lar karşıladı bizi. her rengi vardı orjinalinde olsun olmasın tüm renk kombinasyonlarını denemiş yurdum çakmacıları. yanyana sıralı dükkanımsılardan ilk gördüğümüze girdik.
-abi tiger'lar ne kadar
-35
bu şu demekti 25e veririm. 6 tane alıp 6 lira da yanımı kalırdı. yok ama bir tane yeterdi. hemen ben 44ünü arkadaşım yeşil renginin 42 sini istedi.adam depoya gitti. o an kendimizi dünyanın en zekileri sanıyorduk.adam depodayken orjinal alanlara saydırmaya başladık. ''ulan ne gerek vardı'' da ''orjinal alanlar salaktı '' da ...hatta beyinlerini bile siktik.. naapalım o kadar salak olmasalardı. arkadaşım gaza geldi şimdiye kadar orjinal aldığı için kendini affetmeyeceğini söyledi. ben 1 yıl önce 230 lira verdiğim lacoste'ları aldığım için kendimi inanılmaz keriz hissediyordum. neyse bu hisler içinde çakma tiger'lar geldi.ayağıma geçirdim logosuna baktım duruşu muruşu modeli dizaynı logosu tam bir tiger. ama tabi biraz rahatsız he he....
ee gerçeği de çok rahat değildir zaten kağıt gibi taban var olm bunun orjinallerinde dedi bir kaç dakika önce orjinal düşmanı olan arkadaşım. yalnız bu ayakkabının her yeri aynı incelikte... neyse dedim a.q 2 ay giyerim atarım adam 25 değil ama 30 a veriyor. bir öğün yemek parası ..
çıkardık kredi kartlarını uzattık adam dedi kredi kartı geçmiyor.
-en yakın garanti nerede
-beyazıtta
-o zaman bari 50 yap ikisini
-siz gelin yaparız.
çıktık yürüyoruz çocuklar gibi şeniz acaba diyoruz pantolona da mı para vermesek falan derken beyazıt'a çıktık çemberlitaş yönünde ilerliyoruz. garanti'ye son 100 m. ....arkadaşım durdu bir mağazanın önünde ilerlemiyor.geri döndüm camekanda orci tiger'lar. olm orjinali harbi farklıymış dedi. orjinal düşmanlığından vazgeçmesi an meselesi olan arkadaşım. harbi lan a.q dedim. şuna bak lan nasıl güzel duruyor. sikerim çakmasını dedi bir kaç saniye önce çakma düşmanı olan arkadaşım. zaten dandik durmuştu onlar olm dedim iyice gaza geldi. ee dedim bunlar da 180 kağıt yarrak alırız. işte o sırada son 40 yılını sazan avcılığına vermiş yılların çemberlitaş esnafı adı herneyse abi yanaştı yanımıza hatta yanaşmadı belirdi. gelin gençler ayağınızda deneyin dedi. bizi hipnoya başlamıştı hipino.. sessiz sedasız girerken içeri kaç lira abi dedim
-120 dedi
haydaaa dedim içimden 120 ne amına koyim orjinal mi dedim tabi ki dedi. o an içimi sevinç kapladı . hem makul bir fiyat hem de orjinal.. neden 120 dedim 110 yaparız dedi. ben ucuz olduğunu söyleyecektim madem orci neden 120 dedim piyasada 181... abi bunlar kaçak dedi. ve işte en sevdiğim şey hem aman çakma olduğu anlaşılacak derdi yok hem hayvan gibi para vermiyorsun sadece kaçak ne farkeder ve 110 hem de 3 taksit. arkadaşıma baktım maddi krizde olduğundan yine de alamayacağım dedi gözleri boncuk boncuk olmuştu. adam almayacağını anlayınca düz 200 alayım dedi.daha pazarlık için ağzımızı açmadan 40 lira kar etmiştik. arkadaşım 90a ver alalım dedi. adam yaklaşık 1,5 saniye nazlanıp kabul etti.ayağınızda kalsın kesiyorum etiketini dedi. elinde makasla çömelmiş, ceylanın şahdamarı ağzının içinde olan bir aslan gibi avlarına bakıyordu.ve ısırdı.. kesti yani etiketi. son kez bir kontrol ettim ayakkabıyı rahattı derisi çakmalar gibi değildi belli çakma değildi.sonra aslan abi , ben ve arkadaşım çakmacılar ve kalitesizliği üzerine sohbet ettik.otuza alsaydınız herkes sahte olduğunu 100 metreden tanırdı dedi sazan avcısı abi. içimiz çok rahattı iyiki alamamışız onları dedi . tabi dedim dikişinden mikişinden anlaşılcaktı ondan sonra her şeyimiz çakma damga yiyecekti.
2 saat sonra şirketteydik ayakkabılar ayağımızda olduğu halde. çok yakın iki arkadaş dışında kaça aldınız diyenlere 180 dedik herkes güzel dedi o renkleri ilk defa gördüğünü söyleyenlere yeni modeller dedik velhasıl mutlu şekilde evlerimize gittik.
ertesi sabah bacak bacak üstüne atmış kah maç özetlerine kah ayakkabıma bakarken bir anda gördüm. o an 1 litrelik ketılda su kaynatılıp başımdan aşağıya döküldü.ayakkabını arka dilinde markası yazıyordu. yazı şöyleydi : ''tayger
''
tayger ne ya nasıl görmedim... tayger ama t si tigerdeki t ile aynı ama gerisi ayger... aygır a.q ... nasıl olur ya dedim kutusuna baktım orda da tayger içine baktım tayger.. baktım arkadaşım orjinal ayakkabılarının mutluluğu ile online kızlarla sohbet halinde , kenar dedim şimdi yavaşca ayakkabıların arkasındaki yazıyı oku . okudu 30 saniye hareketsiz kaldı.
evet dünyanın en pahalı çakma ayakkabıları bizde hatta dün gördüğüm orjinal nike tan bile pahalı
jiletle taygır yazılarını kazıdık üzerinde hiç isim kalmadı kendi imalatımız gibi..
belki bir 30 luk çakma alacağız onun dilini diktirecez onlarda tiger yazıyordu bari ..
90 lira çakma ... değiştirmeye gidelim dedim arkadaşım biz bu kadar salakken bize bi de tuna veya abidas çakar dedi haklı...
ama rahat lan...

kelebek etkisinden anladığım...


yıl 1994 üniversiteye giriş sınavı nam-ı diğer öys...sınavın son anları, gözetmen cevaplarınızı kontrol edin ,sınavın son beş dakikası uyarısında bulunmuş. sosyal bölümde, bazılarından emin olmasam da 72 sorunun 72sini de yanıtlamışım,matematik özürlü olduğumdan sadece 12 yanıtım var( daha fazlası da imkansızdı zaten benim için) türkçede ise 67 soru vardı ve ben 66 sını yapmıştım bir sosyal öğrencisi için sınav iyi geçmiş sayılırdı. matematik olmadığından boğaziçi hayalleri kurmasam da son beş dakika, sınavı tamamlamış ,hukuk veya uluslararası ilişkiler hayali kuruyordum.gözetmenin son beş dakika uyarısı ile sözel kitapçıkta tek boş bıraktığım soru geldi aklıma. türkçe bölümünün son sorusu 67.soru... yukarıda eserleri verilen edebiyatçıyı soruyordu. a şıkkında tevfik fikret c şıkkında namık kemal vardı. neden boş bıraktığımı anladım, çocukluğumdan beri ikisini nedense karıştırırdım. namık kemal fıkralarını tevfik fikret diye anlattığım bile olmuştu.ama o an fark ettim eserler arasında ''haluk''la ilgili bir şey yoktu tek karıştırmadığım tevfik fikret'in oğluydu, o halde doğru yanıt namık kemal'di. tam kalemimi c şıkkını üzerine koydum karalamaya başlıyordum ki birden hiç düşünmediğim bir şey geldi aklıma. dedim şimdi ben bu 10mm çapında kutuyu karaladığımda hayatım mı değişecek? ne olacak? gözetmen son beş dakika demeseydi bakmayacaktım bile, bu kadın kaderimi mi değiştirdi? o karalama neyi değiştirecek? sonra da niye ben bunları düşünüyorum düşündüğüme göre karalamasam mı? karalamak hayatımı kötü mü yapacak da bunlar aklıma geldi? falan diye bir sürü o sırada akla hayale gelmeyecek bin tane psikopat senaryo üretip velhasıl karalamadan verdim testi.ertesi gün oldu gazeteden cevaplara baktım doğru yanıt c) namık kemal... o an çok üzüldüm zaten sosyalden 6 türkçeden 5 yanlışım çıkmış bi de bildiğim soruyu tuhaf ruh halim yüzünden işaretlememişim sinir oldum. neyse aradan günler geçti sonuçlar açıklandı. o zaman internet minternet de yok tabi sonuçları dersaneden (mef) öğrendik. ts puanım 474,262 ile i.ü iletişim f.radyo-tv-sinema'yı kazanmışım sosyal puanıma baktım 463.181 rtv-sinema tercihimin bi üstünde marmara hukuk vardı puanına baktım 463.313. s puanı için bir türkçe sorusu 1.9 olduğuna göre namık kemal beni 465.081 puandan ederek marmara hukuk yerine istanbul r-tv-sinemaya sokmuştu o zamandan sonra çok düşündüm kaderi kendi elimle değiştirdiğimi nerdeyse tüm hayatımı. o kutu karalanmış olsaydı 12 yıldır televizyonda çalışan ben şu an belki bi avukattım. televizyon da sadece izlenen bi şeydi benim için.
4 yaşındaki oğlum, en yakın arkadaşlarım hiç biri ama hiç biri olmayacaktı, belki de ben olmayacaktım. bunları düşündüm ama olayın bir kelebek etkisi olduğuna çok sonra aydım.evet o kutuyu karalasaydım herşey farklı olacaktı ama sırf benim ve tanıdıklarım için mi? hayır.marmara hukuka son sırada 463.313 le giren arkadaş bi alt tercihine inecekti şu an bi yerlerde avukat olan arkadaş belki bi köyde öğretmen olacak tüm tanıdıkları farklı olacaktı. öğretmenliğe son sırada giren bi alta kayacak belki de öğrenciler yerine bankada paralarla uğraşacaktı. belki de ekşide yazar olan 1994 girişli bi arkadaş bile benim o kutuyu karalamamamla şu an başka hayatı yaşıyor ve belki de üniversiteye giderken trafik kazası geçirip ölen birisi hayattta belki başka birisi ölü olacaktı.
işte benim kelebek etkisinden anladığım bu
bir karalama veya karalamama ve binlerce insanın sonsuz olasılıklar evreninde başka hayatları yaşaması
bak yazarken yine tuhaf oldum
karalasamıydım acaba ?